10 Mart 2008 Pazartesi

Bitkilerle Hayat Bulmak




MÖ 3000 yıllarında kullanılmaya başlanan şifalı bitkiler 2000'li yıllarda modern tıbbın ilerlemesiyle önemini kaybetmeye, alternatif tıp olarak kullanılmaya başlandı. Oysa 17'nci yüzyılın ortalarına kadar tıp okullarında İbni Sina'nın şifalı bitkilerle tedaviyi anlatan Kanün Fit Tıp kitabı ders kitabı olarak okutulmuş, kaynak olmuştu. Yıllar geçtikçe, kimyasal ilaçların yan etkileri ortaya çıkınca, bitkisel beslenmeye tekrar dönüş sağlandı.

Mustafa Önel 62 yaşında bir Mersinli. Geçmişten beri bitkilere merakı olsa da, emekli olduktan sonra bitkiler ve Akdeniz mutfağı ilgi alanına tam olarak girmiş. Şu anda ise Mersin'de yetişen bitkileri hayata geçirip tanıtmanın yollarını arıyor. İlk bakışta, enerjisi ve görüntüsü itibariyle 62 yaşında olduğuna inanmak mümkün değil. "Siz benim böyle göründüğüme bakmayın. Bir de 10 sene önceki halimi görseydiniz." diyor.

Geçmişte zayıf bir bünyeye sahip olan ve bu sebeple sık sık hastalanan Mustafa Bey Akdeniz'de yetişen bitkileri kullanmaya başladığında bünyesinde önemli değişiklikler olduğunu fark etmiş. En önemli değişim gözlerinde olmuş. Geçmişte uzak yakın gözlüğü kullanırken gözlük kullanmamaya başlamış. Zamanla zayıf bünyesi daha enerjik, daha zinde bir görünüm kazanmış. En son anemili bir hastaya kan vermeye gittiğinde doktor "55 yaşından sonra kan verilmez. Akyuvarlarda azalma oluyor." dese de dinletememiş. Kanı verdikten sora ise şaşırmış, "evet, sen kan verebilirsin" demiş. Ona göre bunun tek sebebi sağlıklı beslenmesi, yani bitkiler.

Mustafa Bey'in ilk keşfi Akdeniz'de kayaların denize bakan yüzünde yetişen ve zeytin yaprağına benzeyen, yeşil yaprakları olan, iyot ve fosfor yüklü birçok minerali bünyesinde barınan Karakoruğu olmuş. Ona göre Karakoruğu içerisinde bulunan iyot, hücre solunumunu hızlandırdığı için hücrelere daha fazla oksijen gidiyor ve bu arada fosforu da yakıyor. Bundan dolayı, vücut ısısı bir derece artıyor. Bu da insana enerji veriyor. Karakoruğu yediğiniz zaman ya da çayını içtiğiniz zaman yorulmak nedir, bilmiyorsunuz. Minerallerinden dolayı da bir dinçlik veriyor. Turşusu ise mükemmel oluyor.

Mustafa Bey'in bölgemizde yetişen bitkiler içinde ikinci keşfi ise deniz börülcesi. Emekli bir öğretmen "sen bölgende Karakoruğunu buluyorsun, deniz börülcesi de aramalısın" deyince İzmir dolaylarında yetişen deniz börülcesini aramaya başlamış. Üç yıl önce demir yüklü, sağlığa çok yararlı olan, özellikle bayanların rağbet ettiği, kan hastalıklarına iyi gelen deniz börülcesini bulmuş. Deniz börülcesinin salatasını yapıyor, zeytinyağı haline getiriyor. Tüketiminin kolay olduğunu düşünüyor.

Mustafa Bey'in üçüncü bitkisi kedi tırnağı adıyla da anılan Kapari. 15 sene önce Kıbrıslı bir mühendisten kapari yapmasını öğrenmiş. Kapari Türkiye'den toplanıp daha çok Avrupa'da tüketiliyor ve en fazla yaşlıların masasında bulunuyor. Bu bitkinin nohut büyüklüğündeki tomurcukları çok önemli. Tomurcuklar suda bekletiliyor, tatlandırılıyor, daha sonra turşu kurar gibi kuruluyor. Çeşitli yemekleri yapılan kapari, sabah kahvaltısında da yeniliyor, salata ve makarna üzerine de konuyor. İçerisine domates ve maydanoz rendeleyip üzerine zeytinyağı döküldüğünde ise mükemmel oluyor. Dünyada 300-400 meze ve yemekte kullanılıyor. Gaziantep'te ise yemeği yapılıyor. Prof. Enis Dalkılıç bu bitkinin birçok hastalıkta ama özellikle kan hastalıklarında çok iyi sonuç verdiğini söylüyor.

Karakoruğu kayalık, deniz börülcesi çorak yerlerde yetişiyor. Akdeniz sahillerinde ise belli mevsim ve dönemlerde yetişiyor. Karakoruğunu Taşucu, Aydıncık, Anamur, Gazipaşa da bulmak mümkün. Deniz börülcesine Silifke ve Tarsus sahillerinde rastlanıyor. Kapari ise her yerde yetişiyor. Kaparinin tomurcuğunun haricinde bir de meyvesi bulunuyor. Buna da karpuzcuk ya da acıhıyar deniyor. Taneleri büyük olup kornişona benziyor. Kapari için devlet teşvik de veriyor.

Deniz börülcesi Nisan ayında çıkıp Ağustos ayına kadar bulunuyor. Ardından Haziran ayında kapari başlıyor.

Mustafa Bey'e göre Mersin'de insanlarımız çok yanlış besleniyor. Her ne kadar alışmış da olsak tantuni ve kırmızı eti bu kadar fazla tüketmeyip beyaz eti tercih etmemiz gerekiyor. Mersin mutfağının en büyük avantajının ise, etlerin yanında bolca tükettiğimiz otlar olduğunu düşünüyor. Ona göre Mersinliler aslında bitkilere alışık. Ama daha fazla bilinçlenip Akdeniz mutfağını Ege mutfağı gibi tanıtmamız gerekiyor.

Hiç yorum yok: